Sayfalar

Yakın Tarihimizin En Kazık Sorusuna Cevap Bulundu | Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

atatürk ilke ve inkılapları, Cumhuriyet Tarihi, ingiliz ajanı, kurtuluş savaşı, Mehmet Fahri Sertkaya, Mustafa Kemal Atatürk, akademi dergisi, gerçek mi


Not: Başka yerde yok.. Dikkatle okuyunuz...

➥ "İngilizler Çanakkale savaşında mağlup olup gittiler. Üç sene sonra gelip hiç savaş olmadan boğazı geçtiler. İstanbul'u beş sene fiilen işgal altında tuttular. Bazen bir ay aralıksız bombardıman yaptılar. İnsanımız sokaklarda ölüp kalan anasının, evladının cesetlerini almaya imkan bulamadı. Evlerinden çıkamadı. General Refet Bele bir kolordu ile İstanbul'u kurtarmak istedi. Varlık bile gösteremedi. İyi de birader o zaman bu Gâvur neden İstanbul'u bize bırakıp gitti?" sorusunun en akademik, en ilmi, en bilimsel cevabı...


Teknolojik üstünlüğe sahip denizaltılarını İstanbul'un usta balıkçılarının avlamasından korktular... O zamanın balıkçıları şimdikiler gibi değildi. Bazı balıkçılar kol kadar kalın misinalar ile avlanırlardı. Hiç bir deniz kuvvetimiz kalmamış olsa da, bu, İngilizler için çok ciddi bir sorun teşkil ediyordu...

➥ İstanbul'u bazen aralıksız bir ay boyunca bombalayan hava kuvvetlerini ise elinde sapan ile mahalle kavgası yapan çocuklarımızın vurup düşürmesinden korktular... Evet, evet.. Şaka değil.. Öyle çocuklardı ki bunlar uçan pilotu gözünden vurup ıskalamayabilirlerdi... İngiliz Kraliyet ailesine sunulan bir istihbarat raporu bunu teyit etmektedir. Bu durum da İngilizlerin savaşmadan çekip gitmesi için önemli bir sebeptir.

➥ Savaşacak gencimiz, askerimiz kalmamış olsa da, mitralyözlere karşı gelebilen, kurşun işlemeyen, elinde satırla, kazma ve kürek ile el bombalarını, makinelileri es geçebilip seri olarak İngiliz askeri öldürebilen Ayşe Nene ve Mehmet dedelerin çıkabilme ihtimali de yine İngilizleri buna zorlamıştır.

Bu nedenlerden dolayı, kendi talepleri ile Mudanya da bir barış antlaşması yapıp çekip gittiler.. Halbuki bu vakitlerde General Refet Bele komutasındaki bir kolordumuz(buna ordu, mensuplarına asker denilir mi bilinmez) İstanbul'u kurtarmak istemişti de varlık bile gösterememişti...


Tuhaf insanlar bu ingilizler... Memleketlerine döndüklerinde bile korkudan kalp atışları hala normal değildi ve bu kalplerin çıkarttığı gürültü çevre kirliğine bile sebep olmuştu. İngiliz halkı askerlerinin halini görünce ne denli büyük bir beladan kurtulduklarının farkına varmışlardı. Felaket adeta İngilizleri teğet geçmişti. O sıralar herkes İngiliz halkını yönetenlerin ne kadar liyakatli insanlar olduklarını bir kez daha anlamıştı.

Bu inanılmaz(!) sonuca götüren çok önemli bir nokta daha var... Hatta bu en önemlisi... İngilizler İstanbul'u yeni işgal ettiklerinde bir paşa (Mıstıfa Kamal Adıtürk) "Geldikleri gibi giderler" demişti de İngilizler bunu duymamışlardı. Bu apar topar kaçışları bu paşanın bu sözünü tam beş sene sonra duymalarından kaynaklandı... Tarihçiler de bu hususta hem fikirdirler...

İşte "O olmasaydı halimiz ne olurdu?" sorusunun cevabı da bu...

Vatan sana minnettardır Adıtürk!

Bu arada İngilizler, Fransız, İtalyan ve Yunan'a, "Siz de çekilseniz iyi edersiniz. Usulünce savaşarak çekilin. Bu paşa başka paşa... Biz çok korktuk. Adam 1.60 boyuna, şaşı/kör gözüne, gündüzleri bile çakırkeyf gezmesine rağmen dikkate şayan birisi... İngiliz Kraliyet Ordusu, müttefiki Yunanistan'ı, İtalya'yı ve Fransa'yı ikaz eder." dediler...

Bundan sonrasını zaten biliyorsunuz.

Devrimler, idamlar, İstiklal Mahkemeleri, Allah demenin yasak olması... Camilerde bile "Tanrı uludur" diye bağırılması... Camilerin satılması, ahır, depo, CHP parti binası yapılması... Sabetayistlerin devleti ve özel sektörü ele geçirmesi... Selanik'ten Türk diye Sabetaycıların getirilmesi... 6 Ekim İstanbul'un kurtuluşu törenlerinin her sene yapılması ama kimin kurtardığının bilinmemesi ve daha nice uydurma iddialar tamamen insanımızın aklını karıştırmaya yönelik iddialardır ve asılsızdırlar...

Bunların hiç biri asla yaşanmamıştır ve İngilizlerin çekilip gitmesi sadece yukarıda anlattığımız sebeplerdendir. Bu iddialarla alakası yoktur.

Daha önce de tekrar tekrar söylediğimiz gibi, Atatürk yarı ilah biriydi ve bütün bunlar Atatürk'ün tasarrufuydu.



(Hiç bir şey anlamadıysan sakın bir daha okuma... Bir daha okusan da anlamazsın..)



DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 

Biz, Kurtuluş Savaşı falan kazanmadık | Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

içimizdeki israil, istiklal harbi, kripto Yahudiler, Kurtuluş Savaşı, Lozan Antlaşması, masonluk, Mehmet Fahri Sertkaya, Mustafa Kemal Atatürk, sabetayistler, akademi dergisi, gerçek mi, tarih, mehmet fahri sertkaya

BİZ KURTULUŞ SAVAŞI FALAN KAZANMADIK!

Kurtuluş Savaşında Yedi Düveli Yendik mi?


1915'de Çanakkale Savaşında, o akıl almaz destanı yazdık, yedi düvele set olduk ve düşmanı geçirmedik... Ama sadece üç sene sonra aynı düşman, en ufak bir direnişle karşılaşmadan Çanakkale Boğazı'nı geçti ve İstanbul'u yani başkentimizi işgal etti... Devletin idare edildiği saraylar bile kuşatıldı... Osmanlı diz çökmüştü artık... Ya sonra?

Sonra Yedi Düveli Yendik mi?

Çok defa bunu başarmıştık ama Kurtuluş Savaşı için bu durum doğru değildir.

Kurtuluş savaşımızda yedi düveli yendiğimiz iddiası maalesef ki gerçeği ifade etmemektedir...

"Düvel-i Muazzama" usulunce, savaşmadan geri çekildiler...

Yunan'ı denize dökmedik... Her yeri yaka yaka hatta önlerine hayvan sürülerini kata kata, ağır ağır geri çekildiler... Trakya'nın gerisinde yerleşip bir şeylerin gerçekleşmesini beklediler... O anda tam beş senedir İstanbul'u işgal altında tutan İngilizler Yunan'a böyle emretti; "Usulüyle geri çekil!"...

Yerli-yabancı devlet arşivlerinde Yunan'ın denize döküldüğüne dair tek bir vesika yok... Ne bir fotoğraf, ne bir video, ne de geçerli bir vesika yok?



Neden acaba ?.. Neden taktik bir hareketle geri çekildiler ve Ankara Hükümetini mağlupken galip haline getirdiler?

Bizden korktular mı ?..

Silahımız yoktu...

En son Çanakkale, Rus cephesi, Filistin, Trablusgarp, Balkan ve Yemen savaşlarından sonra askerimiz de kalmamıştı. Düzenli ordularımız da yok gibiydi...

Zaten Çanakkale'de bile gönüllüler savaşmıştı..

Savaş uçaklarımız, denizaltılarımız, yani kara kadar hava ve deniz kuvvetlerimiz de yoktu...

Bir ara Genelkurmay başkanı olan Karadayı paşamızın dili sürçtü ve Irak sınırımız hakkında;

" Yahu! Biz bu SINIRI Çizmedik ki İngilizler Çizdi " deyiverdi...

İngilizler 1918-1923 yılları arasında fiilen işgal altında tuttukları ve bazen aralıksız bir ay havadan bomba yağdırıp sivillerini katlettikleri İstanbul'umuzu neden bırakıp çekip gittiler?

Mahalle aralarında sapan kavgası yapan çocuklarımızın uçaklarını düşürüp hava kuvvetlerini imha etmelerinden, usta balıkçılarımızın olta ve misinaları ile kruvazör ve denizaltılarını avlamalarından mı korktular? Elbetteki hayır!..

Söz de bizim başarılarımızdan (!) endişeye kapıldılar ve Bursa'da Mudanya Barış Antlaşmasını imzaladılar...

İyi de bunun az evvelinde General Refet Bele komutasındaki bir kolordumuz İstanbul'u İngilizlerden almak için bir taarruz yaptı ve tabiri caizse varlık bile gösteremedi... O halde?..

Gitmeleri karşılığında bir şeyler aldılar ki gittiler?

Neydi bu akıl almaz kararlarının arkasındaki sır?

İşte, ne aldıklarını merak edecek olursanız LOZAN ANTLAŞMASI'nın detaylarında bulabilirsiniz...

"TÜRKLERİ DİNİ-MANEVİ HASSASİYETLERİNDEN KOPARTMAK VE HİLAFETİ KALDIRMAK ŞARTI İLE YAPAY BİR BAĞIMSIZLIK TANINDI. SAHTE KURTARICILAR SAHNEYE SÜRÜLDÜ."


DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 

İngilizler insanlık suçu işleyip, Çanakkale'de kimyasal silah kullandılar | Akademi Dergisi

akademi dergisi, çanakkale savaşı, ingilizler, kimyasal silah, osmanlı arşivi, gelibolu adası, almanlar, gerçek mi, tarih, Yakın Tarih,


Osmanlı Arşivi görevlilerinin gündeme getirdiği "İngilizler Çanakkale Savaşı'nda kimyasal silah kullandı" iddiasına İsrailli akademisyenden destek geldi. Sheffy, İngilizlerin Gelibolu'ya 4 bin 600 tüp kimyasal gaz ve 50 bin gaz maskesi gönderdiğini ileri sürdü

Başbakanlık Osmanlı Arşivi görevlilerinin bir süre önce İhtilaf Devletleri'nin Çanakkale Savaşı'nda kimyasal silah kullanmış olabileceğine dair açıklamalarının ardından İsrail Tel Aviv Üniversitesi Öğretim Üyesi Yigal Sheffy de, İngilizlerin savaşta Gelibolu'ya 4 bin 600 tüp kimyasal gaz sevkiyatı yaptığını iddia etti. Sheffy'e göre İngilizler, askerlerinin kimyasal silahtan korunması için cepheye 50 bin gaz maskesi de gönderdi. Kültür A.Ş'nin geçtiğimiz günlerde yayınlanan "Çanakkale" isimli iki ciltlik kitabında: Gelibolu-Çanakkale Cephesi ve Kimyasal Silahlar" isimli makalesine yer verilen Yigal Sheffy, İngiliz cephesinde kimyasal silah kullanımıyla ilgili tartışmaları ve çıkan kararları inceliyor: 


➥ İddia ediyorum ki 1915 -1917 seneleri arasında İngilizlerin yaklaşımında ciddi bir değişim oldu! 

diyen Sheffy, Almanların ilk kez 22 Nisan 1915'te Avrupa'da klorin gazı kullanmasının ardından telaşlanan İngiliz istihbaratının, Rus istihbaratından aldığı bilgilere de dayanarak Berlin'den İstanbul'a kimyasal silah gönderildiği yönünde bazı bilgiler ortaya atıldığını ifade ediyor.



Çanakkale savaşında gaz maskeli ingiliz askerleri 

CHURCHİLL'DEN MİSİLLEME

İsrailli öğretim üyesi, İngiliz devlet adamı Churchill'in konuyu bir adım ileri taşıyarak Almanlara bu silahları kullanmasından dolayı misilleme yapılması için bastırdığını ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral de Robeck ile Amiral Hamilton'a "Türkler muhtemelen kullanacak" teziyle kimyasal silah kullanımını gündemlerine almaları konusunda ısrar ettiğini ifade ediyor. Kısa süre içinde 50 bin gaz maskesi yola çıkarılıyor. İngilizler, Osmanlı ordusunun atak davrandığını ve Alman gaz uzmanlarının İstanbul'da çalışmaya başladığını düşünüyor. Sheffy bunun üzerine İngiliz komitenin 1600 gaz tüpünü Gelibolu'ya doğru yola çıkarma kararı aldığını söylüyor. Sheffy, İngilizlerin 85 bin ton klorinle doldurulmuş 3 bin tüp kimyasal gazın Gelibolu'ya gönderildiğini kaydediyor. Silahların savaşı nasıl etkilediği yönünde bir bilgi ise Sheffy'nin verdiği bilgiler arasında yok.

Yeni Şafak
11.03.2007



DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 

Sultan II. Abdülhamid Han Çanakkale'ye Düşman Taarruzu ihtimalini Göz Önünde Tutmuş ve Gerekli Tahkimatı Yapmıştı | Akademi Dergisi

akademi dergisi, çanakkale savaşı, sultan II. Abdülhamid Han, Osmanlı Devleti, 18 mart, tarih, istanbul boğazı, çanakkale boğazı, padişah,


II.ABDÜLHAMİD HÂN Hazretlerinden Müthiş Çanakkale stratejisi!


18 Mart 1915 Çanakkale Savaşı, kuşkusuz Türk tarihinin dönüm noktalarından biri. Zaferin 97. yıldönümünde ilginç bir ayrıntı ortaya çıktı.

Çanakkale savunması ile ilgili hazırlıklar, II. Abdülhamit Han'ın emriyle başlatılmış. Çanakkale Boğazı'nın devletin savunmasında olmasının öneminin farkında olan Sultan Abdülhamit, çeşitli çalışmalar için girişimlerde bulunmuş. Düşman saldırısı ihtimaline karşı Çanakkale'ye torpil döşetmiş.


Bu bilgi Çamlıca Basım Yayınları tarafından çıkan "Osmanlı'nın Son Kilidi Çanakkale 2" kitabında yer alıyor. Padişahın başkimyageri olan Polonya asıllı Bonkowski Paşa, 1897 yılında deniz savunmasıyla alakalı bir rapor hazırlayarak, Abdülhamit'e sunmuş. Raporu Osmanlı arşivlerinde bulan tarihçi Ahmet Temiz, Bonkowski'nin savaştan 18 yıl önce hazırladığı bu raporun savunmayla ilgili önemli bilgiler verdiğini belirtiyor. Abdülhamit Han'ın ileri görüşlülüğünün bu belgede de ortaya çıktığını kaydeden Temiz, şöyle konuşuyor:

➥ Başkimyager, hazırlamış olduğu raporunda düşman devletler tarafından İstanbul ve Çanakkale Boğazı'na karşı vuku bulacak bir saldırı esnasında buraların muhafazası için denize döşenebilecek ve düşman gemilerinin geçişlerine engel olabilecek torpilleri ele almıştır.

Osmanlı'nın Son Kilidi Çanakkale 2 

Padişaha sunulan raporda şu bilgiler yer alıyor: 

➥ İstanbul ve Çanakkale boğazlarının muhtemel bir düşman saldırısına karşı muhafaza altına alınmasından bahsediliyor. Ben de Halife Hazretleri'ne verdiğim vatanın muhafazası sözü gereği, sadık tebaanın mesailerine gücüm yettiğince katılmak üzere fenne müracaat ettim. Biraz fikir yürüttükten sonra, bir nevi hareketli bir torpil icat ettim. Bu usul Çanakkale Boğazı sularında münasip bir şekilde kullanıldığında Akdeniz adalarından zorla girmek isteyen bir düşman filosunun girişini tamamen imkansız kılmazsa bile oldukça zorlaştırır.


DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 

Simge haline gelen bu fotoğraf Çanakkale Savaşına ait değil | Akademi Dergisi

18 mart, çanakkale savaşı, gerçek mi, tarih, akademi dergisi, mehmetcik, cihad, gerçek yüzü, müslüman genç,
Fotoğraftaki kişilerin Bolu’nun Elmalık Köyü’nden İbrahim Bayseç ile Niyazi Yıldırım oldukları, İzmir’deki Çiğli Havaalanı’nda 1930′da işçi olarak çalışırken Alman bir pilot tarafından fotoğraflarının çekildiği ortaya çıktı. CHP Bolu İl Teşkilatı’nın geçen yıl bastırdığı afişlerde babasının fotoğrafını görünce şaşıran 65 yaşındaki Seyran Bayseç; 
➥ Babamın o fotoğraf ile savaşın simgesi haline geldiğini öğrendim. Ancak babam 1911 doğumlu. Yani Çanakkale Savaşı başladığında 4 yaşındaydı. O fotoğraf babam Çiğli Havaalanı’nda işçi olarak çalışırken çekilmiş.” dedi.
Çanakkale Savaşı’nın simgesi olarak partilerin, dernek ve odaların, birçok resmi ve özel kurumların afişlerinde kullandığı fotoğrafta yırtık kıyafetleri, ayakkabısız halleriyle gazete ve televizyonlara konu olan, Çanakkale Savaşı’nda vatanı için savaşan askerler lanse edilen kişilerin Bolu’nun Elmalık Köyü’nde oturan İbrahim Bayseç ile Niyazi Yıldırım oldukları ortaya çıktı.
Bayseç ve Yıldırım’ın, İzmir Çiğli Havaalanı’nda işçi olarak çalışırken bir Alman pilota poz verdikleri, pilotun torununun geçen yıllarda fotoğrafı internette satışa çıkarması üzerine fotoğraf Çanakkale Savaşı ile simgeleşti.
CHP AFİŞİNDE BABASINI GÖRDÜ


CHP Bolu İl Teşkilatı’nın seçim propagandası çalışmaları kapsamında bastırdığı afişlerde babasının fotoğrafını görünce şaşıran 3 çocuk babası müteahhit Seyran Bayseç, partiye giderek fotoğrafı nereden bulduklarını sordu.

Fotoğrafın Çanakkale Savaşı’nın simgesi olduğu cevabını alınca şaşkınlığı artan Seyran Bayseç, 

➥ Babam Çanakkale Savaşı’nda 4 yaşındaydı. Nasıl böyle bişey olabilir?” diyerek şaşkınlığını söyledi.

FOTOĞRAF ÇİĞİLİ HAVAALANINDA ÇEKİLDİ

Bolu Dağı eteğinde bulunan Elmalık Köyü’nde yaşayan Seyran Bayseç, babasının 1982′de, Niyazi Yıldırım’ın ise 1994′te köyde hayatlarını kaybettiğini söyleyerek, fotoğrafın öyküsünü şöyle anlattı:

➥ Babamın o dönemde 4 yıl süren askerliği yapmak üzere gitmesinden yaklaşık 1 yıl önce yani 1930 yılında İstanbul- Ankara tren hattını döşemek için bizim köye Alman bir ekip gelmiş. Köyde 2-3 ay kalmışlar. Ancak Bolu Dağı’nı geçemeceyeceklerini anlayınca vazgeçmişler. Köyden giderken de ‘Bizimle çalışmak ister misiniz?’ diyerek 12 kişiyi yanlarında götürmüşler. Onların içinde babam ve fotoğrafta yanında bulunan Niyazi Yıldırım da varmış. Çiğli Havaalanı’nda çalışmışlar. Ancak, paralarını alamamışlar. 10 kişi köye dönmüş. Babam ve Niyazi amca da 6 ay çalıştıktan sonra paralarını alamayınca köye dönmek için şantiyeden çıkmışlar. O sırada bir Alman pilot fotoğraflarını çekmiş. Babam ve Niyazi amca köyümüze ancak bir ayda gelebilmişler. Babam sağken, bize bu fotoğraftan söz ederdi. ‘Bir Alman bizim fotoğrafımızı çekti’ derdi.

YANLIŞI DÜZELTMEK İÇİN ÇALIŞTIM”

Çanakkale Savaşı’nda babasının 4 yaşında olduğunu kaydeden Seyran Bayseç şöyle devam etti:

➥ Benim babam Çanakkale harbine katılmadı. Parti afişinde babamın fotoğrafını görünce, bu yanlışlığı düzeltmek için çaba harcadım. Bir televizyon programına katılmak istedim. Ancak, programa kabul edilmedim. Bana fotoğrafın bu şekilde kullanılması nedeniyle mahkemeye başvurmamı söylediler. Ben de; 

➥Neden mahkemeye başvurayım?’ dedim. Ben babamın fotoğrafının bu şekilde kullanılmasından rahatsız değilim. Ancak bunun doğrusunu da ortaya çıkarmak istiyordum. Genelkurmay Başkanlığı’ndan babamın nasıl bir asker olduğunun ortaya çıkarılmasını istedim. Böylece, o fotoğrafın Çanakkale harbinde çekilmediğini kanıtlayacaktım. Çünkü babam İzmir’den geldikten kısa bir süre sonra askere gitti. Askerliği’ni Siirt’te yaptı. Orada ‘Dersim ayaklanmasının’ bastırılmasında görev aldı. Babam, başarılı bir askerdi. Hatta 4 yıl sonra askerden gelince Bolu Alay Komutanlığı’nda başarısından dolayı mükafatlandırılmıştı. Niyazi amca da babamla aynı dönemde yaptı askerliğini. Ama bildiğim kadarıyla o Adapazarı’nda yaptı.

Annesi ve babasının birlikte çekilmiş fotoğrafını gösterip, iki fotoğrafı karşılaştıran Seyran Bayseç: 

➥ Babam iki fotoğrafta da aynı pozu vermiş. Bu iki fotoğrafa baktığınızda, o fotoğraftaki kişinin babam olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz.” dedi.


DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 

Çanakkale’de düşmanın galibiyetine Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri izin vermedi. Ian Hamilton'un günlüğündeki esrarengiz hadise... | Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

akademi dergisi, mehmet fahri sertkaya, mehmetcik, çanakkale savaşı, ian hamilton, süleyman hilmi tunahan, 18 bin alem, dinan-ı salihin, silsile-i sadat, rüya,


“Yeter bu kadar Müslüman kanı akıttığın, artık buralardan def ol git!”

#Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin, Çanakkale Savaşları sırasında düşmanlarımızın baş komutanı olan General Hamilton’u ensesinden tutup denize sokup çıkararak “Yeter bu kadar Müslüman kanı akıttığın artık buralardan defol git” dediği, cemaat mensupları arasında 70 seneden daha fazla süredir hep konuşuldu. Silsile-i Sadatın 33. ve son halkası olan Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin talebeleri, bu bilgiyi sonraki dönemlerin talebelerine de hep anlattı. 

Anlatılanlar pek çok kimseye abartılı ve gerçek dışı geldi. Ta ki Hürriyet gazetesi Hamilton'un günlüğünü Türkçe olarak yayınlayana kadar... Bakın Hamilton neler yaşamış ve neler yazmış günlüğünde:

"2 Eylül 1915, Dün gece korkunç bir rüya gördüm. Aslında bu bir rüya değil kâbustu. İmroz'da istirahate çekilmiştim. Birden kendimi Helles (Seddülbahir) kıyılarında buldum. Boğazımdan demir bir kıskaç gibi sıkan sert bir el, beni suyun dibine doğru batırıyordu! Sular başımı aşmak, boğulmak üzereydim. Kendime geldiğim zaman ter içindeydim ve titriyordum. Çadırımda yabancı birisinin varlığını hissediyordum. O meşum (uğursuz) şey uzun süre sanki yanımdan ayrılmadı! Şimdiye kadar böyle korkunç bir şey yaşamamıştım. Gelibolu'nun meşum (uğursuz) bir yer olduğu fikri kafamda yer etmeye başladı. Yaşadığım hadisenin etkisinden saatlerce kurtulamadım. Sanki biz bu topraklara daha gelmeden akıbetimiz kararlaştırılmıştı." (Gelibolu Günlüğü. Ian Hamilton, Hürriyet yayınları 1972)


"Allah dostlarının himmet kudreti ile bu alemde olmayacak şey yoktur." 

| Süleyman Hilmi Tunahan k.s.

İLGİLİ İKİ ÖNEMLİ YAYIN DAHA VAR: 

1- Aslında dünyayı yöneten, herkesin bilmediği bir manevi kurul var tıklayın!

2- Aslında sadece dünya değil, 18 bin alem ve bütün kainat bu manevi divana-kurula bağlı tıklayın!

DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 


Çanakkale savaşlarında düşmanlarımızın başkumandanı olan Hamilton'un günlüğünden | Akademi Dergisi

akademi dergisi, çanakkale savaşı, düşman, başkomutan, hamilton, imroz adası, rüya, ölüm, hellas burnu türkler, Allah, cihad, mehmetcik,

Başka ne yapılabilir?



2 Eylül 1915, İmroz;

Dün gece çok acayip ve korkunç bir rüya gördüm. Çadırım İmroz adasında olduğu halde, Hellas burnunda boğuluyordum. Boğazımı sıkan elin baskısını hâlâ hissediyorum. Sular başıma yaklaşıyor. Hiç böylesine korkunç rüya görmemiştim.



"İnsan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyâda hiçbir ordu bu kadar uzun müddet ayakta kalamaz. Sâdece bugün 1800 şarapnel attık. Savaş gemilerimiz aylardan beri gece gündüz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri, onları koruyan Allah'larından ayırmak için başka ne yapılabilir!"

| Çanakkale savaşlarında düşmanlarımızın başkumandanı olan HAMILTON'un günlüğünden


Bir Çanakkale şehidinin duası | Akademi Dergisi

akademi dergisi, çanakkale savaşı, şehitler, şehadet rutbesi, cihad, ingilizler, fransız, dua, müslüman genç, mehmetcik,

'Ey âlemlerin Rabbi! 


Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halikı (yaratıcısı)! 

Sen bütün bunları bu Müslüman Türk milletine verdin. Yine onlarda bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden (kutsayan) ve seni ulu tanıyan bu millete mahsustur.

'Ey benim Rabbim! 

Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; İsm-i Celâlini İngilizler'e ve Fransızlar'a tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana duâ eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle! 

Çanakkale şehidi Hasan Edhem,
04 Nisan 1331 (17 Nisan 1915)
(Kaynak: Harp Mecmuası, 1915, No. 22, s. 351)


DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 


Çanakkale anıtı yıkılmalı. Çanakkale anıtı Masonik, Siyonist manalar içeren bir anıt | Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

akademi dergisi, çanakkale anıtı, çanakkale savaşı, içimizdeki israil, masonlar, mehmet fahri sertkaya, müslüman genç, siyonistler,

SÖKÜN, ÇIKARIN şu hain hançeri, aziz şehitlerimizin göğsünden!


BU ABİDE/ANIT KİMİN ABİDESİ?

Bilmiyor isek birisi öğretsin. Yanlış biliyorsak birisi doğrusunu anlatsın. Bu abidenin Türk ve İslam kültürü ile nasıl bir alakası var?

Bunun neresi sanat, neresi estetik, neresi derinlik? Nerede nakış nakış Türk ve İslam kültürü?

Bu millet "Çanakkale unutturulmasın" dedi diye, baskı/kamuoyu oluşturdu diye, oraya dikilecek anıtını şeklini ve manasını bile #İçimizdekiİsrail mi belirlemeliydi?

Şu Çanakkale anıtı nedir?

Şu Çanakkale anıtı nedir, var mı kültürümüzde eşi
Yaptıran masonların kahkaha attı dördü beşi

Ne hayâsızca bir iştir ki, şüheda hep rahatsız
Nerde, müslüman işi değil bu, adeta Fransız

Kaynıyor kum gibi, memleketin içi gizli Yahudi
Anıt isteyince millet, Çanakkale'ye işte bu dikildi
Cümle mason, Sabetayist ittifak etmişlerdi yine
Titrer bu millet, bir gün dönerse şayet kendi özüne
Sökülür şühedanın bağrından bu masonik abide

Bu taşındır diyerek dikenler bu anlamsız sütunları
Çoktan örmüşlerdi memleketin içinde ihanet ağları

Sen bu sütunların altında, ararken tarihini heyecanla
Onlar seni değil, dedeni de kandırmışlardı müfredatla

Sen ki içimizdeki İsrail'i yıkacak neslin güzide ferdisin
O dört uçlu hain süngüyü atanın bağrından sökeceksin
Sen ki memleketi kuşatmış, içeriden boğuyor iken bu hainler
Bütün tuzaklarının bozulacağı vaktin şanlı neferisin


DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 

18 Mart Çanakkale deniz savaşının gerçek kahramanı: Cevat Çobanlı Paşa | Akademi Dergisi

akademi dergisi, çanakkale savaşı, cevat çobanlı paşa, şehitler, gerçek kahraman, mehmetcik, Mustafa Kemal Atatürk, müslüman genç, cihad, işgal, ingiliz kuvvetleri, savaş gemisi

18 Mart Çanakkale deniz savaşının gerçek komutanını neden bilmiyoruz?


ORGENERAL CEVAT ÇOBANLI (14 Eylül 1871–13 Mart 1938) 

Cevat Paşa, 14 Eylül 1871 yılında İstanbul Sultanahmet’te doğdu. Babası, Genelkurmay başkanlarından Müşir Şakir Paşa’dır. Annesi Emine Hanımdır. Cevat Paşa'nın Eşinin adı Hadiye Çobanlı'dır.

Ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi’nde tamamlayan Cevat Paşa, aile mesleği olan askerliğe merak salarak Haziran 1888’de Harp Okulu’na girdi. 1891’de Harp Okulu’nu başarılı bir derece ile bitirip, Harp Akademisi’ne devam hakkını kazandı. 1894’de Harp Akademisi’ni birincilikle bitirerek Kurmay Yüzbaşı oldu. 17 Mayıs 1895'te Binbaşı ve Ocak 1898’de Yarbaylığa yükseldi.

1894–1909 tarihleri arasında Padişah Yaveri sıfatıyla, Maiyet-i Seniye Erkân-ı Harbiyesi’nde görevlendirildi. Ocak 1899’de Miralay (Albay) oldu. Aralık 1901’de Mirliva'lığa (Tuğgeneral) yükseltilmiştir. Yurtdışında çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1905’te Edirne’nin tahkimi için Tophane-i Amire’de teşkil eden kurumda görev aldı. Aralık 1906’da Ferik (Tümgeneral) oldu. 1907’de ise yeni örgütlenmenin süratle uygulanması için 2. Ordu’da dört ay çalıştı. 7 Ağustos 1909’da Tasfiye-i Rütbe Kanunu gereğince rütbesi Tümgenerallikten Yarbaylığa indirildi. Bu rütbe indirilmesi onun askerlik aşkını bitiremedi. 1909–1910 yıllarında Harp Akademisi Komutanlığı yaptı. 1910’da tekrar Albay oldu. Askeri yeteneği sayesinde devlet idaresi ve ordu yönetiminde hızla yükselen Cevat Paşa Ocak 1911’de 1. Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı oldu. 1912’de bir süre Genelkurmay İkinci Başkanlığı’na vekâlet etti. Eylül 1912'de Şark Ordusu Kurmay Başkanlığı’na daha sonra Çatalca Ordusu Topçu Komutanlığı Kurmay Başkanlığına getirildi. Ocak 1913'de 9’ncu Fırka Kumandanlığına atandı ve fırkasıyla Balkan Harbine katıldı. Bu görev sırasında iki defa Osmanlı-Bulgar Sınır Komisyonu Başkanlığı yaptı. Balkan Harbindeki üstün hizmetine karşılık olarak bir sene kıdem zammı aldı.

10 Ağustos 1914’te bir destanın yazılacağı Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı’na getirildi. Kasım 1914’te ikinci defa Mirlivalığa (Tuğgeneral) yükseltildi. Göreve gelir gelmez boğaz tahkimatını düzenlemeye koyuldu. Bütün tabyaları elden geçirerek savaşa hazır hale getirdi. İtilaf donanmasının çeşitli defa üstün kuvvetiyle boğaz tahkimatına saldırması sonucu adeta etten duvar ördürmüştür. Nusret Mayın Gemisi’ne o tarihi görevi olan; “26 mayını kıyıya paralel olarak döşeme” emrini vererek düşman donanmasını adeta bozguna uğrattı. Düşman gemilerini boğazdan geçirmeyerek tarihe “Çanakkale Geçilmez” mührünü vuracak olan Cevat Paşa bu zaferden dolayı“18 Mart Kahramanı” ünvanı ile anılacaktır. 18 Mart akşamı boğazdan geri çekilen düşman donanmasını seyreden Cevat Paşa şu sözleri söyler: “Gittiler, Geçemediler, Geçemeyecekler” 9 Ekim 1915’te Seddülbahir’deki 14’üncü Kolordu Komutanlığı’na atandı, 6’ncı ve 14’üncü Kolordulardan oluşan Güney Grubu Komutanı oldu. Düşmanın yarımadayı tahliyesinin ardından 11 Ocak 1916’da Çanakkale Grubu komutanı oldu.

10 Kasım 1916’da, Galiçya Cephesine atandı. Bu cephede 15’nci Kolordu’nun komutanlığını yapan Cevat Paşa bu muharebelerde gösterdiği üstün gayretlerinden dolayı kumandanları kendisine hayran bırakmıştır. 

1917’de tekrar 14’ncü Kolordu Komutanlığı’na atandı. Bu görevinden sonra Suriye-Filistin cephesinde 8’inci Ordu Komutanlığı’na atandı. Bu cephede Mustafa Kemal ile beraber görev yaptı. Ağustos 1918’de Ferik (Korgeneral)liğe yükseltildi. Kasım 1918’de Genelkurmay Başkanlığı’na tayin oldu, bu görevinin ardından Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı) oldu. Ocak 1919’da bu görevinden ayrıldı. Mayıs 1919’da ikinci defa Genelkurmay Başkanlığı’na tayin oldu.

16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal eden İngiliz kuvvetleri tarafından tutuklandı. İşgale karşı gelen liderlerle birlikte 18 Mart günü bir savaş gemisiyle Malta’ya sürüldü. Kayıtlara '2773 no'lu sürgün' diye geçildi. 1 Kasım 1921 günü yurda döndü. Sürgünden dönmesi daha bir ay olmadan Mustafa Kemal’in yanına gelmiş ve 9 Şubat 1922’de de El-cezire Cephesi Komutanlığı’na atanmıştır. Milli Mücadelede Atatürk’e destek veren komutanlar arasında olan Cevat Paşa 29 Ağustos 1922’de İstiklal Madalyası ile taltif edildi. 

Ekim 1923’te 3’üncü Ordu Müfettişi olmuş aynı zamanda Elazığ Milletvekilliğini de sürdürmüştür. 31 Ekim 1924’te Ordu Komutanlığı’nı bırakarak milletvekilliğine devam etmiş, 25 Aralık 1924’te milletvekilliğinden ayrılarak çok sevdiği askerliğe; Askerî Şûra üyeliğine atandı.

Çok iyi derecede Fransızca ve Almanca bilen Cevat Paşa, çeşitli dış görevlere gönderilmiş ve komisyonlara katılmıştır. Nisan 1926’da İstanbul geçici Generaller Askeri Mahkemesi Başkanlığı yapmış, 30 Ağustos 1926’da 1. Ferik (Orgeneral) oldu.

1934’te soyadı kanunu ile “Çobanlı” soyadını aldı. 14 Eylül 1935’de yaş haddinden emekli olmuştur. 13 Mart 1938’de İstanbul Kadıköy’de 67 yaşında hayata gözlerini yuman Cevat Çobanlı Paşa Erenköy’deki Sahra-ı Cedit mezarlığına defnedildi. 27 Eylül 1988’de nâaşı Ankara Devlet Büyükleri Mezarına nakledilmiştir. 

Cevat Çobanlı dürüstlüğü, bilgisi, muhakeme gücü, kesin kararlılığı, cesareti ve adaletiyle kitleleri peşinden sürüklemiş, fizikî güçlüklere katlanmış, yardımseverliği ile tanınmış, çok çalışmış, orduya değerli kurmay subaylar yetiştirmiştir.


DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 





Bu güne değin en çok tıklanılanlar