Sayfalar

Adanmış bir ömür... | Akademi Dergisi

akademi dergisi, mehmet fahri sertkaya, çanakkale savaşı, safiye hüseyin elbi, şemsi nine, şehit, düşman, hemşire, türk kadınları,


"Savaşın Kadınları"nda savaş devam ederken geri planda kahramanca direnen kadınların öyküleri de anlatılıyor. İlk hemşiremiz Safiye Hüseyin Elbi, savaş sırasında ön saflarda hemşirelik yapmış. Elbi parmaklarını göstererek:


➥ "Şu parmakları görüyor musunuz? Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım" diyor. 

Şemsi Nine ise geride kalanlardan, erini askere gönderip yol gözleyenlerden. 16 yaşında evlenen Şemsi Nine'nin kocası evlendikten üç gün sonra gönüllü olarak Çanakkale'ye gitmiş. Giderken:

➥ "Gençsin, güzelsin. Ne olur, ben gelinceye kadar sokağa çıkma! Gözüm arkada kalmasın" 

diyen ve savaşta şehit olan kocasının arzusunu yerine getirmek için ömrü boyunca hiç dışarı çıkmamış. Yıllar sonra evinden ancak cenazesi çıkmış.



*Resim temsilidir.

Çanakkale'de savaşan Türk kadınının annesi ve çocuğu da yanındaydı | Akademi Dergisi

akademi dergisi, mehmet fahri sertkaya, çanakkale savaşı, türkler, türk kadınları, times gazetesi, hatıratlar, asker, düşman, cephe,

Times Gazetesi'nde yayınlanan bir başka askerin hatıralarında da yaşlı annesi ve çocuğu ile savaşan keskin nişancı bir kadın anlatılıyor.



➥ "... O, bir Türk kadın savaşçısıydı ve durmaksızın saklandığı evden ateş ediyor, evi boşaltıp teslim olmayı reddediyordu. Sonunda ele geçtiğinde, yanında yaşlı annesi ve çocuğu da vardı. Yakalanana kadar, bir pencereden ısrarla ve özellikle de subaylarımızı hedef alarak ateş etmişti. Sanıyorum öldürdüğü bazı kurbanlarını süngülemişti de. Üzerinde 16 askerimizin künyesiyle, oldukça yüklü miktarda yabancı para bulduk"


*Resim temsilidir.


52 kurşun yarasıyla düşmanla çarpıştı | Akademi Dergisi

akademi Dergisi, mehmet fahri sertkaya, 18 mart, çanakkale savaşı, kadın savaşçılar, türk kadınları, ölüm, şehit, mete tunçoku, mektup,


Tunçoku'nun araştırmalarına göre kadın savaşçılar, gizlendikleri yerden vurulup ölene kadar durmadan ateş ediyor ve attıklarını vuruyorlardı. Bu kadın savaşçıların kim olduğu, bireysel mi yoksa bir grup halinde mi hareket ettikleri tam olarak bilinemiyor. Avusturalyalı piyade er J. C. Davies, annesine yazdığı mektupta, kendilerine karşı çarpışan bir kadın savaşçıyla ilgili şunları anlatıyor:


➥ "Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü, keskin nişancı bir Türk kızı pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyu ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak, gün batmadan, bir Avusturalya'lı tarafından öldürülmesine gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19- 21 yaşlarında genç bir kızdı. Bedeninde tam 52 kurşun yarası vardı."


*Resim temsilidir

Anzaklar hayal zan etti | Akademi Dergisi

18 Mart, akademi dergisi, anzaklar, cephe, çanakkale savaşı, gerçek kahraman, kadın savaşçılar, mehmet fahri sertkaya, mete tunçoku, şehit,

Anzak askerlerinin mektup ve hatıralarında yer alan kadın savaşçılar tartışma konusu olmuş, kimileri tarafından da zorlu savaş koşullarında ruhsal çöküntü içinde olan birkaç yabancı askerin hayal ürünü olarak değerlendirilmiş. Bu konuda çalışan ve "Çanakkale 915 Buzdağının Altı" kitabında değinen Prof. Mete Tunçoku, yabancı asker mektupları ve günlüklerini "yer, zaman, olay" boyutuyla karşılaştırmış ve anlatılanların doğru olduğuna dair kanaatinin güçlendiğini belirtmiş. 



Mısır'da yayınlanan "The Egyptian Gazete" adlı gazetede yer alan ve bir askerin İskenderiye'den ailesine yazdığı mektupta, kendilerini yeşile boyayarak kamuflaj yapan kadın savaşçılardan bahsediliyor.

➥ "... şarapnel parçaları, makineli tüfek mermileri yanı sıra, pusuda ateş eden keskin nişancı kadın savaşçıların ateşi altında, adeta cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi bizimkisi. Burada, pusuya yatıp çarpışan keskin nişancıların çoğu kadın veya kız. Kendilerini yeşile boyayıp ağaçlar ve bodur bitkilerle uyum sağlamışlar."


*Resim temsilidir.


Alun şu uğursuzu! Bana bahalıya oturdu.| Akademi Dergisi

akademi dergisi, mehmet fahri sertkaya, 18 Mart, mitralyöz, çanakkale savaşı, şehit, vatan, vatan sevgisi, düşman,


Çanakkale'de; Kanlısırt'taki düşmanın ileri siperlerinden birinde bir mitralyöz, fırkanın bütün cephesini taciz ediyordu. Daha bitirilememiş gizli yollardan bâzıları bu mitralyözün ateşi altında idi. Ara sıra sipere gelirken vurulanların acı haberlerini alıyorduk...

Gece toplanmış konuşuyorduk. Sohbetimiz bu uğursuz mitralyöz üstünde dönüp duruyordu:

- Ey!.. Bu mitralyöz tahrip edilemeyecek mi?

- Siperler yakındır, topçu ateş edemez.

- Bir hücum yapsak! Kumandan müdâfaada kalmayı tercih ediyor.

Sen ne dersin ha, Mustafa Çavuş; can sıkmaya başlamadı mı bu mitralyöz?

O, cevap vermedi; derin derin düşünüyordu; Akşehir'in Karapınar nahiyesinden Mehmed oğlu Mustafa, en babayiğidimiz idi. Bahis değişmek üzere iken Mustafa Çavuş: 'Ben bunu gidip götürürün!" dedi. "Satmıyorlarmış gâlibâ!..." diye latife ettik. Fakat o, hiç tavrını bozmadı. Kendini siperin üstüne fırlattı. İki hemşerisi arkasından koştu. Hepimiz heyecandan sararmış, tüfekleri sıkıyorduk. Şu dakika hücuma kalkmak için öyle dayanılmaz bir arzu duyuyorduk ki. Hey yâ Rabbi, eğer gidenler gelmeyecek olurlarsa!..

Kulaklarımızı toprağa yapıştırıp kurşun seslerini, bomba uğultularını dinleyerek tam bir çeyrek bu vaziyette bekledik...

Mustafa Çavuş arkasında bir mitralyözle geliyordu. Yanında bir kişi vardı. Sonra anladık ki, üç arkadaş görünmeksizin ilerlemişler, mitralyözün bulunduğu sipere atlamışlar, birkaç süngü darbesinden sonra, büyük bir baskına uğradığını zan eden düşman dağılmaya başlamış. Mustafa Çavuş mitralyözü omuzlamış dönerken arkadaşı alnına isabet eden bir kurşunla şehîd düşmüş...

Mustafa Çavuş, arkasında zaptettiği mitralyözle, gözleri yaş dolu yanımıza geldi. Kaybettiği arkadaşının teessüründen titreyen bir sesle: "Alun şu uğursuzu, bana bahâlıya oturdu!" dedi.

| Çanakkale Cephesi, Çamlıca Basım Yayın

Çanakkale Savaşı'nda 14 yaşındaki son evladını cepheye uğurlayan ana. | Akademi Dergisi

akademi dergisi, mehmet fahri sertkaya, 18 Mart, çanakkale savaşı, şehit, vatan, cephe,

Çanakkale Savaşında 3 evladını şehit verip, 14 yaşındaki son evladını cepheye uğurlayan ana. 


Şu garibanlığa bakın ki, üstte yok, elde yok, ayakta yok!

O haldeyken bile bu vatanı teslim etmedi analarımız! Atalarımız!



Çanakkale cephesinde bir müderris Abdullah Fevzi Efendi | Akademi Dergisi

akademi dergisi, mehmet fahri sertkaya, çanakkale savaşı, 18 Mart, abdullah fevzi efendi, gerçek kahraman, Osmanlı Devleti, alim, müderris, şehit, ırak


20. yüzyılın başlarında 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu, ardı ardına topraklarını kaybediyordu. Elinizdeki kitapta hâtıra ve notlarını okuyacağınız Abdullah Feyzi Efendi, bu karmaşık günlerde yaşanılan olayların ve muhtemel sonuçlarının neler getirip neler götüreceği hususunda, oturduğu yerden bir şeyler yapmanın imkânsızlığını fark etmiş, dört duvar arasından çıkıp hayatın içine dalma cesaretine sahip, entelektüel bir medrese âlimidir. 

Müderrislere tanınan askerlikten muafiyet hakkına rağmen, gönüllü olarak orduya yazılır ve Çanakkalede başlayıp, Irak cephesinde nihayete eren bir tecrübeye imza atar. Verilen şehit sayısıyla iftihar edilen bir zaferin arkasında yatan örtülü gerçekler, bugüne kadar kalıplaşmış düşüncelerimizi sorgulamamız gerektiğini açıkça ortaya konmakta; muhtelif eserlerde kimi örtülü, kimi açık dile getirilen bazı belirsiz konular, hadisenin bizzat içinde yer almış bir entelektüelin kalemiyle bu kitapta adeta ete kemiğe bürünmekte.

Çanakkale Savaşı'nda attığını vuran keskin nişancı Türk kadınları | Akademi Dergisi

akademi dergisi, avustralya, çanakkale savaşı, mehmet fahri sertkaya, mete tunçoku, profesör, savaşın kadınları, türk kadınları, yeni zelenda, zümrüt sönmez,

Avusturalya ve Yeni Zelanda arşivlerindeki asker mektupları, Çanakkale Savaşı'nda pusuya yatıp çarpışan, attığını vuran Keskin Nişancı Türk kadınlarından bahsediyor.

Avusturalya ve Yeni Zelanda arşivlerinde yapılan araştırmalar Çanakkale Savaşı'nda kadınların sadece geri planda kalmayıp, keskin nişancı olarak bizzat savaştıklarını ortaya koydu. Yarımada Yayınları'ndan çıkan ve Zümrüt Sönmez'in hazırladığı derleme kitap "Savaşın Kadınları"nda, pek bilinmeyen keskin nişancı Türk kadınları anlatılıyor. 

Prof. Mete Tunçoku'nun araştırmaları sonucu doğru olduğu düşünülen "Keskin Nişancı Kadın Savaşçılar"ın kimler olduğu bilinmiyor.

Çanakkale'de denizaltılar savaşı | Akademi Dergisi

akademi dergisi, mehmet fahri sertkaya, çanakkale savaşı, deniz savaşları, düşman, barbaros hayrettin paşa, 18 Mart, gerçek kahraman, kahraman,

Gelibolu Yarımadası’nda kara savaşları devam ederken 5. Ordu’nun bütün ihtiyaçları İstanbul’dan temin ediliyordu. Kara ve demiryolu nakliyatı zor olduğu ve uzun zaman aldığı için cepheye deniz yoluyla ulaşılıyordu. Deniz sevkiyatının durdurulması 5. Ordu’nun cephanesiz, askersiz ve yiyeceksiz kalması demekti.


18 Mart 1915’te denizde aldıkları büyük mağlubiyetten sonra kara savaşlarında da istedikleri neticeyi alamayan İtilaf Devletleri denizaltılarını devreye almaya karar vermişlerdi. Denizaltılarının Boğaz’ı geçerek Marmara Denizi’nde nakliyata mâni olmak ve İstanbul’u tehdit etmek en mühim hedefleriydi.

Çanakkale Savaşları sırasında deniz üstünden ve karadan Çanakkale’yi geçemeyen düşman, ancak denizaltıları ile Boğaz’dan girip çıktı. Fakat Beşinci Ordu’nun İstanbul ile olan irtibatını kesemediler.

Düşman bu harekât sırasında 8 harp gemisi, 2 zırhlı kruvazör, 2 gambot, 1 muhrip, 1 mayın gemisi, 1 karakol gemisi, 1 nakliye gemisi ve 31 ticaret gemimizi batırdı. Bunun yanında 200’den fazla yelkenli ve mavnayı tahrip veya imha ettiler.

Buna karşılık İtilaf Devletleri’nin de kayıpları ağırdı. Harekât sırasında; 5 İngiliz ve 3 Fransız denizaltısı ile 1 Avustralya denizaltısı yani 9 denizaltı batırıldı ve Turquoise adlı Fransız denizaltısı esir alındı.

Çanakkale Savaşı öncesinde Harb-i Umumi’de Türk donanması maddeten ağır kayıplar vermişti. Fakat Türk bahriyelileri bu harp senelerinde manen ve harp tecrübesi itibariyle çok yükseldiler. İtilaf devletleri donanmaları maddi üstünlüklerine rağmen muvaffak olamadılar.

İtilaf devletlerinin muvaffakiyetsizliklerinin en büyük sebebi Türk bahriyelilerinin fedakârca çalışmalarıdır. Onlar Barbaros, Turgut, Salih Reis ve emsali deniz kahramanlarımızın torunları olduklarını ispat ettiler.

Yakın Tarihimizin En Kazık Sorusuna Cevap Bulundu | Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

atatürk ilke ve inkılapları, Cumhuriyet Tarihi, ingiliz ajanı, kurtuluş savaşı, Mehmet Fahri Sertkaya, Mustafa Kemal Atatürk, akademi dergisi, gerçek mi


Not: Başka yerde yok.. Dikkatle okuyunuz...

➥ "İngilizler Çanakkale savaşında mağlup olup gittiler. Üç sene sonra gelip hiç savaş olmadan boğazı geçtiler. İstanbul'u beş sene fiilen işgal altında tuttular. Bazen bir ay aralıksız bombardıman yaptılar. İnsanımız sokaklarda ölüp kalan anasının, evladının cesetlerini almaya imkan bulamadı. Evlerinden çıkamadı. General Refet Bele bir kolordu ile İstanbul'u kurtarmak istedi. Varlık bile gösteremedi. İyi de birader o zaman bu Gâvur neden İstanbul'u bize bırakıp gitti?" sorusunun en akademik, en ilmi, en bilimsel cevabı...


Teknolojik üstünlüğe sahip denizaltılarını İstanbul'un usta balıkçılarının avlamasından korktular... O zamanın balıkçıları şimdikiler gibi değildi. Bazı balıkçılar kol kadar kalın misinalar ile avlanırlardı. Hiç bir deniz kuvvetimiz kalmamış olsa da, bu, İngilizler için çok ciddi bir sorun teşkil ediyordu...

➥ İstanbul'u bazen aralıksız bir ay boyunca bombalayan hava kuvvetlerini ise elinde sapan ile mahalle kavgası yapan çocuklarımızın vurup düşürmesinden korktular... Evet, evet.. Şaka değil.. Öyle çocuklardı ki bunlar uçan pilotu gözünden vurup ıskalamayabilirlerdi... İngiliz Kraliyet ailesine sunulan bir istihbarat raporu bunu teyit etmektedir. Bu durum da İngilizlerin savaşmadan çekip gitmesi için önemli bir sebeptir.

➥ Savaşacak gencimiz, askerimiz kalmamış olsa da, mitralyözlere karşı gelebilen, kurşun işlemeyen, elinde satırla, kazma ve kürek ile el bombalarını, makinelileri es geçebilip seri olarak İngiliz askeri öldürebilen Ayşe Nene ve Mehmet dedelerin çıkabilme ihtimali de yine İngilizleri buna zorlamıştır.

Bu nedenlerden dolayı, kendi talepleri ile Mudanya da bir barış antlaşması yapıp çekip gittiler.. Halbuki bu vakitlerde General Refet Bele komutasındaki bir kolordumuz(buna ordu, mensuplarına asker denilir mi bilinmez) İstanbul'u kurtarmak istemişti de varlık bile gösterememişti...


Tuhaf insanlar bu ingilizler... Memleketlerine döndüklerinde bile korkudan kalp atışları hala normal değildi ve bu kalplerin çıkarttığı gürültü çevre kirliğine bile sebep olmuştu. İngiliz halkı askerlerinin halini görünce ne denli büyük bir beladan kurtulduklarının farkına varmışlardı. Felaket adeta İngilizleri teğet geçmişti. O sıralar herkes İngiliz halkını yönetenlerin ne kadar liyakatli insanlar olduklarını bir kez daha anlamıştı.

Bu inanılmaz(!) sonuca götüren çok önemli bir nokta daha var... Hatta bu en önemlisi... İngilizler İstanbul'u yeni işgal ettiklerinde bir paşa (Mıstıfa Kamal Adıtürk) "Geldikleri gibi giderler" demişti de İngilizler bunu duymamışlardı. Bu apar topar kaçışları bu paşanın bu sözünü tam beş sene sonra duymalarından kaynaklandı... Tarihçiler de bu hususta hem fikirdirler...

İşte "O olmasaydı halimiz ne olurdu?" sorusunun cevabı da bu...

Vatan sana minnettardır Adıtürk!

Bu arada İngilizler, Fransız, İtalyan ve Yunan'a, "Siz de çekilseniz iyi edersiniz. Usulünce savaşarak çekilin. Bu paşa başka paşa... Biz çok korktuk. Adam 1.60 boyuna, şaşı/kör gözüne, gündüzleri bile çakırkeyf gezmesine rağmen dikkate şayan birisi... İngiliz Kraliyet Ordusu, müttefiki Yunanistan'ı, İtalya'yı ve Fransa'yı ikaz eder." dediler...

Bundan sonrasını zaten biliyorsunuz.

Devrimler, idamlar, İstiklal Mahkemeleri, Allah demenin yasak olması... Camilerde bile "Tanrı uludur" diye bağırılması... Camilerin satılması, ahır, depo, CHP parti binası yapılması... Sabetayistlerin devleti ve özel sektörü ele geçirmesi... Selanik'ten Türk diye Sabetaycıların getirilmesi... 6 Ekim İstanbul'un kurtuluşu törenlerinin her sene yapılması ama kimin kurtardığının bilinmemesi ve daha nice uydurma iddialar tamamen insanımızın aklını karıştırmaya yönelik iddialardır ve asılsızdırlar...

Bunların hiç biri asla yaşanmamıştır ve İngilizlerin çekilip gitmesi sadece yukarıda anlattığımız sebeplerdendir. Bu iddialarla alakası yoktur.

Daha önce de tekrar tekrar söylediğimiz gibi, Atatürk yarı ilah biriydi ve bütün bunlar Atatürk'ün tasarrufuydu.



(Hiç bir şey anlamadıysan sakın bir daha okuma... Bir daha okusan da anlamazsın..)



DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 

Biz, Kurtuluş Savaşı falan kazanmadık | Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

içimizdeki israil, istiklal harbi, kripto Yahudiler, Kurtuluş Savaşı, Lozan Antlaşması, masonluk, Mehmet Fahri Sertkaya, Mustafa Kemal Atatürk, sabetayistler, akademi dergisi, gerçek mi, tarih, mehmet fahri sertkaya

BİZ KURTULUŞ SAVAŞI FALAN KAZANMADIK!

Kurtuluş Savaşında Yedi Düveli Yendik mi?


1915'de Çanakkale Savaşında, o akıl almaz destanı yazdık, yedi düvele set olduk ve düşmanı geçirmedik... Ama sadece üç sene sonra aynı düşman, en ufak bir direnişle karşılaşmadan Çanakkale Boğazı'nı geçti ve İstanbul'u yani başkentimizi işgal etti... Devletin idare edildiği saraylar bile kuşatıldı... Osmanlı diz çökmüştü artık... Ya sonra?

Sonra Yedi Düveli Yendik mi?

Çok defa bunu başarmıştık ama Kurtuluş Savaşı için bu durum doğru değildir.

Kurtuluş savaşımızda yedi düveli yendiğimiz iddiası maalesef ki gerçeği ifade etmemektedir...

"Düvel-i Muazzama" usulunce, savaşmadan geri çekildiler...

Yunan'ı denize dökmedik... Her yeri yaka yaka hatta önlerine hayvan sürülerini kata kata, ağır ağır geri çekildiler... Trakya'nın gerisinde yerleşip bir şeylerin gerçekleşmesini beklediler... O anda tam beş senedir İstanbul'u işgal altında tutan İngilizler Yunan'a böyle emretti; "Usulüyle geri çekil!"...

Yerli-yabancı devlet arşivlerinde Yunan'ın denize döküldüğüne dair tek bir vesika yok... Ne bir fotoğraf, ne bir video, ne de geçerli bir vesika yok?



Neden acaba ?.. Neden taktik bir hareketle geri çekildiler ve Ankara Hükümetini mağlupken galip haline getirdiler?

Bizden korktular mı ?..

Silahımız yoktu...

En son Çanakkale, Rus cephesi, Filistin, Trablusgarp, Balkan ve Yemen savaşlarından sonra askerimiz de kalmamıştı. Düzenli ordularımız da yok gibiydi...

Zaten Çanakkale'de bile gönüllüler savaşmıştı..

Savaş uçaklarımız, denizaltılarımız, yani kara kadar hava ve deniz kuvvetlerimiz de yoktu...

Bir ara Genelkurmay başkanı olan Karadayı paşamızın dili sürçtü ve Irak sınırımız hakkında;

" Yahu! Biz bu SINIRI Çizmedik ki İngilizler Çizdi " deyiverdi...

İngilizler 1918-1923 yılları arasında fiilen işgal altında tuttukları ve bazen aralıksız bir ay havadan bomba yağdırıp sivillerini katlettikleri İstanbul'umuzu neden bırakıp çekip gittiler?

Mahalle aralarında sapan kavgası yapan çocuklarımızın uçaklarını düşürüp hava kuvvetlerini imha etmelerinden, usta balıkçılarımızın olta ve misinaları ile kruvazör ve denizaltılarını avlamalarından mı korktular? Elbetteki hayır!..

Söz de bizim başarılarımızdan (!) endişeye kapıldılar ve Bursa'da Mudanya Barış Antlaşmasını imzaladılar...

İyi de bunun az evvelinde General Refet Bele komutasındaki bir kolordumuz İstanbul'u İngilizlerden almak için bir taarruz yaptı ve tabiri caizse varlık bile gösteremedi... O halde?..

Gitmeleri karşılığında bir şeyler aldılar ki gittiler?

Neydi bu akıl almaz kararlarının arkasındaki sır?

İşte, ne aldıklarını merak edecek olursanız LOZAN ANTLAŞMASI'nın detaylarında bulabilirsiniz...

"TÜRKLERİ DİNİ-MANEVİ HASSASİYETLERİNDEN KOPARTMAK VE HİLAFETİ KALDIRMAK ŞARTI İLE YAPAY BİR BAĞIMSIZLIK TANINDI. SAHTE KURTARICILAR SAHNEYE SÜRÜLDÜ."


DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 

İngilizler insanlık suçu işleyip, Çanakkale'de kimyasal silah kullandılar | Akademi Dergisi

akademi dergisi, çanakkale savaşı, ingilizler, kimyasal silah, osmanlı arşivi, gelibolu adası, almanlar, gerçek mi, tarih, Yakın Tarih,


Osmanlı Arşivi görevlilerinin gündeme getirdiği "İngilizler Çanakkale Savaşı'nda kimyasal silah kullandı" iddiasına İsrailli akademisyenden destek geldi. Sheffy, İngilizlerin Gelibolu'ya 4 bin 600 tüp kimyasal gaz ve 50 bin gaz maskesi gönderdiğini ileri sürdü

Başbakanlık Osmanlı Arşivi görevlilerinin bir süre önce İhtilaf Devletleri'nin Çanakkale Savaşı'nda kimyasal silah kullanmış olabileceğine dair açıklamalarının ardından İsrail Tel Aviv Üniversitesi Öğretim Üyesi Yigal Sheffy de, İngilizlerin savaşta Gelibolu'ya 4 bin 600 tüp kimyasal gaz sevkiyatı yaptığını iddia etti. Sheffy'e göre İngilizler, askerlerinin kimyasal silahtan korunması için cepheye 50 bin gaz maskesi de gönderdi. Kültür A.Ş'nin geçtiğimiz günlerde yayınlanan "Çanakkale" isimli iki ciltlik kitabında: Gelibolu-Çanakkale Cephesi ve Kimyasal Silahlar" isimli makalesine yer verilen Yigal Sheffy, İngiliz cephesinde kimyasal silah kullanımıyla ilgili tartışmaları ve çıkan kararları inceliyor: 


➥ İddia ediyorum ki 1915 -1917 seneleri arasında İngilizlerin yaklaşımında ciddi bir değişim oldu! 

diyen Sheffy, Almanların ilk kez 22 Nisan 1915'te Avrupa'da klorin gazı kullanmasının ardından telaşlanan İngiliz istihbaratının, Rus istihbaratından aldığı bilgilere de dayanarak Berlin'den İstanbul'a kimyasal silah gönderildiği yönünde bazı bilgiler ortaya atıldığını ifade ediyor.



Çanakkale savaşında gaz maskeli ingiliz askerleri 

CHURCHİLL'DEN MİSİLLEME

İsrailli öğretim üyesi, İngiliz devlet adamı Churchill'in konuyu bir adım ileri taşıyarak Almanlara bu silahları kullanmasından dolayı misilleme yapılması için bastırdığını ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral de Robeck ile Amiral Hamilton'a "Türkler muhtemelen kullanacak" teziyle kimyasal silah kullanımını gündemlerine almaları konusunda ısrar ettiğini ifade ediyor. Kısa süre içinde 50 bin gaz maskesi yola çıkarılıyor. İngilizler, Osmanlı ordusunun atak davrandığını ve Alman gaz uzmanlarının İstanbul'da çalışmaya başladığını düşünüyor. Sheffy bunun üzerine İngiliz komitenin 1600 gaz tüpünü Gelibolu'ya doğru yola çıkarma kararı aldığını söylüyor. Sheffy, İngilizlerin 85 bin ton klorinle doldurulmuş 3 bin tüp kimyasal gazın Gelibolu'ya gönderildiğini kaydediyor. Silahların savaşı nasıl etkilediği yönünde bir bilgi ise Sheffy'nin verdiği bilgiler arasında yok.

Yeni Şafak
11.03.2007



DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 

Sultan II. Abdülhamid Han Çanakkale'ye Düşman Taarruzu ihtimalini Göz Önünde Tutmuş ve Gerekli Tahkimatı Yapmıştı | Akademi Dergisi

akademi dergisi, çanakkale savaşı, sultan II. Abdülhamid Han, Osmanlı Devleti, 18 mart, tarih, istanbul boğazı, çanakkale boğazı, padişah,


II.ABDÜLHAMİD HÂN Hazretlerinden Müthiş Çanakkale stratejisi!


18 Mart 1915 Çanakkale Savaşı, kuşkusuz Türk tarihinin dönüm noktalarından biri. Zaferin 97. yıldönümünde ilginç bir ayrıntı ortaya çıktı.

Çanakkale savunması ile ilgili hazırlıklar, II. Abdülhamit Han'ın emriyle başlatılmış. Çanakkale Boğazı'nın devletin savunmasında olmasının öneminin farkında olan Sultan Abdülhamit, çeşitli çalışmalar için girişimlerde bulunmuş. Düşman saldırısı ihtimaline karşı Çanakkale'ye torpil döşetmiş.


Bu bilgi Çamlıca Basım Yayınları tarafından çıkan "Osmanlı'nın Son Kilidi Çanakkale 2" kitabında yer alıyor. Padişahın başkimyageri olan Polonya asıllı Bonkowski Paşa, 1897 yılında deniz savunmasıyla alakalı bir rapor hazırlayarak, Abdülhamit'e sunmuş. Raporu Osmanlı arşivlerinde bulan tarihçi Ahmet Temiz, Bonkowski'nin savaştan 18 yıl önce hazırladığı bu raporun savunmayla ilgili önemli bilgiler verdiğini belirtiyor. Abdülhamit Han'ın ileri görüşlülüğünün bu belgede de ortaya çıktığını kaydeden Temiz, şöyle konuşuyor:

➥ Başkimyager, hazırlamış olduğu raporunda düşman devletler tarafından İstanbul ve Çanakkale Boğazı'na karşı vuku bulacak bir saldırı esnasında buraların muhafazası için denize döşenebilecek ve düşman gemilerinin geçişlerine engel olabilecek torpilleri ele almıştır.

Osmanlı'nın Son Kilidi Çanakkale 2 

Padişaha sunulan raporda şu bilgiler yer alıyor: 

➥ İstanbul ve Çanakkale boğazlarının muhtemel bir düşman saldırısına karşı muhafaza altına alınmasından bahsediliyor. Ben de Halife Hazretleri'ne verdiğim vatanın muhafazası sözü gereği, sadık tebaanın mesailerine gücüm yettiğince katılmak üzere fenne müracaat ettim. Biraz fikir yürüttükten sonra, bir nevi hareketli bir torpil icat ettim. Bu usul Çanakkale Boğazı sularında münasip bir şekilde kullanıldığında Akdeniz adalarından zorla girmek isteyen bir düşman filosunun girişini tamamen imkansız kılmazsa bile oldukça zorlaştırır.


DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 

Simge haline gelen bu fotoğraf Çanakkale Savaşına ait değil | Akademi Dergisi

18 mart, çanakkale savaşı, gerçek mi, tarih, akademi dergisi, mehmetcik, cihad, gerçek yüzü, müslüman genç,
Fotoğraftaki kişilerin Bolu’nun Elmalık Köyü’nden İbrahim Bayseç ile Niyazi Yıldırım oldukları, İzmir’deki Çiğli Havaalanı’nda 1930′da işçi olarak çalışırken Alman bir pilot tarafından fotoğraflarının çekildiği ortaya çıktı. CHP Bolu İl Teşkilatı’nın geçen yıl bastırdığı afişlerde babasının fotoğrafını görünce şaşıran 65 yaşındaki Seyran Bayseç; 
➥ Babamın o fotoğraf ile savaşın simgesi haline geldiğini öğrendim. Ancak babam 1911 doğumlu. Yani Çanakkale Savaşı başladığında 4 yaşındaydı. O fotoğraf babam Çiğli Havaalanı’nda işçi olarak çalışırken çekilmiş.” dedi.
Çanakkale Savaşı’nın simgesi olarak partilerin, dernek ve odaların, birçok resmi ve özel kurumların afişlerinde kullandığı fotoğrafta yırtık kıyafetleri, ayakkabısız halleriyle gazete ve televizyonlara konu olan, Çanakkale Savaşı’nda vatanı için savaşan askerler lanse edilen kişilerin Bolu’nun Elmalık Köyü’nde oturan İbrahim Bayseç ile Niyazi Yıldırım oldukları ortaya çıktı.
Bayseç ve Yıldırım’ın, İzmir Çiğli Havaalanı’nda işçi olarak çalışırken bir Alman pilota poz verdikleri, pilotun torununun geçen yıllarda fotoğrafı internette satışa çıkarması üzerine fotoğraf Çanakkale Savaşı ile simgeleşti.
CHP AFİŞİNDE BABASINI GÖRDÜ


CHP Bolu İl Teşkilatı’nın seçim propagandası çalışmaları kapsamında bastırdığı afişlerde babasının fotoğrafını görünce şaşıran 3 çocuk babası müteahhit Seyran Bayseç, partiye giderek fotoğrafı nereden bulduklarını sordu.

Fotoğrafın Çanakkale Savaşı’nın simgesi olduğu cevabını alınca şaşkınlığı artan Seyran Bayseç, 

➥ Babam Çanakkale Savaşı’nda 4 yaşındaydı. Nasıl böyle bişey olabilir?” diyerek şaşkınlığını söyledi.

FOTOĞRAF ÇİĞİLİ HAVAALANINDA ÇEKİLDİ

Bolu Dağı eteğinde bulunan Elmalık Köyü’nde yaşayan Seyran Bayseç, babasının 1982′de, Niyazi Yıldırım’ın ise 1994′te köyde hayatlarını kaybettiğini söyleyerek, fotoğrafın öyküsünü şöyle anlattı:

➥ Babamın o dönemde 4 yıl süren askerliği yapmak üzere gitmesinden yaklaşık 1 yıl önce yani 1930 yılında İstanbul- Ankara tren hattını döşemek için bizim köye Alman bir ekip gelmiş. Köyde 2-3 ay kalmışlar. Ancak Bolu Dağı’nı geçemeceyeceklerini anlayınca vazgeçmişler. Köyden giderken de ‘Bizimle çalışmak ister misiniz?’ diyerek 12 kişiyi yanlarında götürmüşler. Onların içinde babam ve fotoğrafta yanında bulunan Niyazi Yıldırım da varmış. Çiğli Havaalanı’nda çalışmışlar. Ancak, paralarını alamamışlar. 10 kişi köye dönmüş. Babam ve Niyazi amca da 6 ay çalıştıktan sonra paralarını alamayınca köye dönmek için şantiyeden çıkmışlar. O sırada bir Alman pilot fotoğraflarını çekmiş. Babam ve Niyazi amca köyümüze ancak bir ayda gelebilmişler. Babam sağken, bize bu fotoğraftan söz ederdi. ‘Bir Alman bizim fotoğrafımızı çekti’ derdi.

YANLIŞI DÜZELTMEK İÇİN ÇALIŞTIM”

Çanakkale Savaşı’nda babasının 4 yaşında olduğunu kaydeden Seyran Bayseç şöyle devam etti:

➥ Benim babam Çanakkale harbine katılmadı. Parti afişinde babamın fotoğrafını görünce, bu yanlışlığı düzeltmek için çaba harcadım. Bir televizyon programına katılmak istedim. Ancak, programa kabul edilmedim. Bana fotoğrafın bu şekilde kullanılması nedeniyle mahkemeye başvurmamı söylediler. Ben de; 

➥Neden mahkemeye başvurayım?’ dedim. Ben babamın fotoğrafının bu şekilde kullanılmasından rahatsız değilim. Ancak bunun doğrusunu da ortaya çıkarmak istiyordum. Genelkurmay Başkanlığı’ndan babamın nasıl bir asker olduğunun ortaya çıkarılmasını istedim. Böylece, o fotoğrafın Çanakkale harbinde çekilmediğini kanıtlayacaktım. Çünkü babam İzmir’den geldikten kısa bir süre sonra askere gitti. Askerliği’ni Siirt’te yaptı. Orada ‘Dersim ayaklanmasının’ bastırılmasında görev aldı. Babam, başarılı bir askerdi. Hatta 4 yıl sonra askerden gelince Bolu Alay Komutanlığı’nda başarısından dolayı mükafatlandırılmıştı. Niyazi amca da babamla aynı dönemde yaptı askerliğini. Ama bildiğim kadarıyla o Adapazarı’nda yaptı.

Annesi ve babasının birlikte çekilmiş fotoğrafını gösterip, iki fotoğrafı karşılaştıran Seyran Bayseç: 

➥ Babam iki fotoğrafta da aynı pozu vermiş. Bu iki fotoğrafa baktığınızda, o fotoğraftaki kişinin babam olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz.” dedi.


DİKKAT! Bu yayınımızı, Facebook, Instagram, WhatsApp ve benzeri Amerikan/Siyonist menşeli ortamlarda paylaşırsanız, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden ve taktik surette sansürlenmediğinizden emin olunuz. 

Bu güne değin en çok tıklanılanlar